Sedef hastalığı, deri, tırnak ve eklemlerin etkilendiği, beyaz veya gümüş pullarla kaplı kırmızı plakların görüldüğü, ataklar ve remisyonlarla seyreden kronik inflamatuvar bir cilt hastalığıdır. Lezyonların sedefi renginden dolayı halk arasında sedef hastalığı olarak bilinmektedir. Sedef hastalığı dünya genelinde 125 milyon kişiyi etkilerken, ülkemizde ise bu sayının 1 milyon olduğu tahmin edilmektedir. Her yaşta görülebilen bu hastalık genellikle 16-22 ve 57-60 yaşları arasında iki defa belirgin pik yapmaktadır. Hastalığın otoimmün bir hastalık olabileceği yönünde bir görüş olsa da sorumlu olabilecek bir otoantijenin henüz tanımlanmadığını sizlere söyleyebilirim.
HASTALIĞIN ALTINDA YATAN FAKTÖRLER
Günümüzde sedef hastalığının patogenezinden genetik yatkınlık sorumlu tutulsa da çevresel faktörlerin hastalık gelişimi ve aktivitesinde önemli bir rol oynadığı düşünülmektedir. Fiziksel travma, enfeksiyonlar, stres, ilaçlar, alkol ve sigara kullanımını hastalığın gelişimine katkı sağlayan faktörler arasında sıralayabilirim.
Travma: Travmanın gerçekleştiği durumlarda yeni psöriatrik plakların gelişmesi Koebner fenomeni olarak tanımlanmaktadır. Her 100 hastanın 25’inde travma görülmektedir. Yanık, enjeksiyon, sürtme, kaşıma vb. travmalar ile ortalama 2-6 hafta içinde yeni lezyonlar gelişebilmektedir.
Enfeksiyonlar: Özellikle streptokoklara bağlı üst solunum yolu enfeksiyonları ve diş apseleri sedef hastalığının gelişimine ve semptomların alevlenmesine neden olmaktadır.
Stres: Psikolojik stres hem sedef hastalığının ilk defa gelişimini hem de hastalık seyrindeki atakları tetikleyebilmektedir. Yüksek stres düzeyine sahip hastaların semptomlarının daha şiddetli olduğu görülmektedir. Ayrıca stres, tedavilerin terapötik etkilerini de olumsuz etkilemektedir.
İlaçlar: Bazı ilaçlar hastalığın başlangıcında veya alevlenmesinde tetikleyici rol oynamaktadır. Antimalaryal ilaçlar, beta blokerler, lityum ve kortikosteroidler bu ilaçlar arasındadır.
Sigara ve Alkol: Sigara ve alkol kullanımı, reaktif oksijen radikalleri ve proinflamatuvar sitokinleri arttırarak hastalığın gelişimine neden olmaktadır. Ayrıca daha fazla cilt tutulumuna ve hastalığın getirdiği komorbiditelerde artışa sebep olmaktadır. Alkol kullanımının bırakılmasıyla sedef hastalığının klinik tablosunda iyileşmeler görüldüğü ancak sigara kullanımın bırakılmasıyla bu etkinin görülmediği çalışmalarda mevcuttur.
Obezite: Obezite sedef hastalığının gelişme riskinde ve hastalık şiddetinde artışa neden olmaktadır. Yapılan bir çalışmada beden kitle indeksi (BKİ)>29 olan bireylerin hastalık riski açısından iki kat daha fazla riske sahip oldukları bildirilmiştir.
BESLENMENİN ROLÜ
Yakın zamana kadar beslenmenin sedef hastalığı üzerindeki rolü dikkate alınmamıştır. Ancak son yıllarda fonksiyonel besinlerin hastalık üzerindeki etkileri bu alana olan ilgiyi arttırmıştır. Yüksek miktarda sebze ve meyve içeren diyetlerle beslenen bireylerde sedef hastalığının prevelansının düşük olduğu ifade edilmektedir. Günlük olarak taze sebze ve meyve tüketimiyle karatenoidler, flavonoidler, C vitamini gibi antioksidan bileşen alımı artmakta ve oksidatif stres kontrolü ile antioksidan savunma artmaktadır. Ancak antioksidan etkiye sahip A, E ve C vitaminlerinin düzeyleri sedefli hastalarda düşük bulunmuştur. Bu nedenle yeterli ve dengeli beslenme açısından hastaların takibi çok önemlidir. Yapılan çalışmalarda yetersiz ve dengesiz beslenen sedef hastalarına sağlıklı beslenme önerileri verilmiş ve iki yıl sonra hastaların %88’inde plaklarda azalma ve eritemlerde önemli derecede klinik iyileşme görüldüğü saptanmıştır. Ayrıca çalışmalarda artmış beden kitle indeksi (BKİ) ve bel çevresi ölçümlerinin hem yetişkin hem de çocuklarda hastalığın gelişimi için risk faktörü olduğu gösterilmiştir. Yani obezite hastalığın şiddeti ile ilişkili bulunmuş ve orta şiddetli sedef hastası olan beden kitle indeksleri yüksek hastaların sistemik tedavilere yanıtının daha az olduğu da bildirilmiştir.
Sedef hastaları ve sağlıklı bireyler üzerinde yapılan başka bir çalışmada ise hasta grubunun günlük enerji, karbonhidrat, kolesterol, posa, çoklu doymamış yağ asitleri, potasyum, kalsiyum, magnezyum alımları düşük ve protein, toplam yağ, doymuş yağ asitleri, sodyum alımları yüksek bulunmuştur. Bu nedenle hastaların günlük tükettikleri enerji ve besin öğeleri miktarları, öğün ve çalışma düzenine dikkat etmemesi hastalık seyrinin kötüleşmesine zemin hazırlamakta ve yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir.
ALKOLÜN ETKİSİ
Alkolün özellikle genç ve orta yaşlı erkeklerde sedef hastalığı için risk faktörü olduğu sonucuna varılmıştır. Kadın hastalarda ise alkol kullanımı ile deri yüzeyindeki lezyonların arttığı görülmektedir. Alkol kullanımı aynı zamanda tedavi sürecini etkilemekte ve tedaviye direncin oluşmasına neden olmaktadır. Alkol histamin salınımını arttırarak derideki lezyonları alevlendirmektedir. Ayrıca alkol alımıyla birlikte genellikle yağlı yiyeceklerin tüketimi artmakta, sebze ve meyve tüketimi azalmaktadır. Bu da vitamin, mineral ile antioksidan alımının azalması, vücut yağ kütlesinin artması nedeniyle hastalığın semptomlarının artmasına neden olmaktadır. 94 hastada yapılan bir çalışmada alkol alımı fazla olan (günde ortalama 80 mg’dan fazla etanol tüketimi) erkek hastalarda sedef hastalığı için önerilen tedavi sonrasında daha az iyileşme görüldüğü saptanmıştır.
TEDAVİSİNDE GÜNCEL YAKLAŞIMLAR
- HİPOKALORİK DİYET
Hipokalorik diyeti sizlere gün boyunca tüketilenlerden daha az kalorinin tüketildiği diyet olarak tanımlayabilirim. Obez ve aşırı kilolu sedef hastalarında hipokalorik diyet müdahaleleri tedaviye yardımcı olarak hastalığın gelişimini önlemektedir. Sedef hastaları ile yapılan bir çalışmada 8 hafta boyunca uygulanan düşük kalorili diyetin PASİ (Psöriyazis Alan Şiddet İndeksi) ‘de anlamlı bir azalma ve dermatoloji yaşam kalitesi indeksinde anlamlı bir artış olduğu belirtilmiştir. Başka bir çalışmada ise hastalara sedef tedavisinde kullanılan siklosporin verilmesinin yanında düşük kalorili bir diyet uygulanmış ve PASİ değerinde iyileşme görülmüştür. Ancak hipokalorik diyetlerin tek başına sedef hastalığının tedavisinde iyileşme göstermediği bilinmelidir.
- GLUTENSİZ DİYET
Sedef hastalığında olduğu gibi çölyak hastalığının patogenezinde de Th1 sitokinleri rol oynamaktadır. Çölyak hastalığında gliadin, doku transglutaminazı ve endomisyuma karşı oluşan IgA otoantikorları bulunmaktadır. Bu antikorların sedef hastalarında daha sık görüldüğünü belirten yayınlar mevcuttur. Glutensiz diyet uygulayan sedef hastalarında anlamlı oranda PASİ’de iyileşme olduğu görülmüştür. Hem çölyak hem de sedef hastalığı olan spesifik tedavilere yanıtsız bir hastada kısa süreli glutensiz diyet uygulaması deri lezyonların şiddetinde belirgin azalma sağlamıştır. Net olarak çölyak ve sedef hastalığı arasında net bir ilişki bulunmada da; sedef hastalarında çölyak hastalığında görülen antikorlar varsa ya da sedef hastalığına çölyak hastalığı eşlik ediyorsa glutensiz diyet hastalara fayda sağlamaktadır.
- AKDENİZ DİYETİ
Akdeniz diyeti yeşil ve sarı sebzeler, meyveler, tam tahıllar, baklagilleri yüksek miktarda içeren antioksidan ve polifenollerden zengin bir diyet modeli olarak tanımlanmaktadır. Temel yağ kaynağı zeytinyağı olan bu diyette hayvansal yağlar kullanılmaz. Akdeniz diyetinin kardiyovasküler, metabolik ve kronik inflamatuar hastalıklar üzerinde olumlu etkisi olduğu bilinmektedir. Sedef hastalarında ise inflamasyon belirteçlerinden CRP seviyesinin yüksek olduğu görülmüştür. Bu nedenle düşük antioksidan kapasitesine sahip sedef hastalarında akdeniz diyetinin yaşam tarzı haline getirilmesiyle vücutlarında antioksidan kapasitelerin artacağı böylece inflamasyonun azalmasıyla derideki lezyonların şiddetinin azalacağı düşünülmektedir. Başka bir araştırmada ise saf zeytinyağ tüketen hastalarda hastalığın şiddetinin daha az olduğu saptanmıştır.
- BALIK YAĞI
Soğuk su balıkları EPA ve DHA gibi uzun zincirli omega-3 çoklu doymamış yağ asitlerinden zengindir. EPA ve DHA içeren balık yağlarından zengin besinlerle beslenmenin; omega-6 çoklu doymamış yağ asidi olan araşidonik asit ve linoleik asit içeren bitki ve hayvan yağlarından zengin besinlerle beslenenlere göre sedef hastalarında lezyonlarının iyileşmesinde daha faydalı olabileceği düşünülmektedir. Kronik plak tipi sedef hastalarına 4,2 g/ gün EPA ve 4,2 g/gün DHA ile n-6 yağ asidi içeren emülsiyon uygulanmış ve 14 gün sonrasında hastaların PASİ skorlarında önemli derecede azalma olduğu görülmüştür.8 hafta boyunca balık yağı kapsülü verilen kronik sedef hastalarında kaşıntı ve eritemde anlamlı bir azalma yaşanmıştır.
18 sedef hastasıyla yapılan bir çalışmada 15 hafta süreyle hastaların bir kısmına balık yağı, bir kısmına ise zeytinyağı verilmiştir. Aynı zamanda tüm hastalara ise UVB uygulanmış. Çalışma sonucunda balık yağı alan grubun lezyonlarında zeytin yağı alan gruba göre anlamlı düzeyde iyileşme olduğu görülmüştür. Başka bir çalışmada ise hastaların bir grubuna omega-3, diğer gruba ise omega-6 yağ asitleri intravenöz uygulamasıyla verilmiş. Omega-3 grubunda daha fazla iyileşme kaydedilmiştir. Diyette balık yağı kullanımı sedef hastalığında kullanılan sistemik tedavilerin yan etkilerini azalmaktadır. Retinoid tedavisi alan sedef hastaların diyetlerinde balık yağı kullanımı ile trigliserid düzeylerinde düşme ve kolesterol profillerinde iyileşme olduğu belirtilmiştir.
- PROBİYOTİK VE PREBİYOTİKLER
Probiyotikler yeterli miktarda alındıklarında yarar sağlayan ve yaşayan mikroorganizmalar olarak tanımlanmaktadır. Laktoz intoleransını hafifletmek, ishali baskılamak, inflamatuar bağırsak semptomlarını azaltmak için kullanılabilmektedir. Laktobasiller, bifidobakterium ve enterokoklar en sık kullanılan probiyotiklerdir. Prebiyotikler ise bağırsaklarda probiyotiklerin büyümesini sağlayan sindirilemeyen karbonhidratlardır. Oligosakkaritler ise en çok kullanılan prebiyotiklerdir. Pre ve probiyotikler deri üzerindeki bakteriyel yükü azaltarak bariyer fonksiyonunu güçlendirici etki göstermektedir. Özellikle atopik dermatit, akne ve yara iyileşmesinde etkili oldukları düşünülmektedir. Sedef hastalarında oral probiyotik takviyesinin deri duyarlılığını azalttığı, bariyer fonksiyonunu arttırdığı çalışmalar sonucunda görülmüştür.
- D VİTAMİNİ
Sedef hastalığının tedavisinde D vitamininin tek başına veya steroidle birlikte uygulanmasının etkili olduğu bilinmektedir. Bu hastaların serum 25(OH) D düzeyi genellikle düşük bulunmaktadır. Düşük D vitamin düzeyi ise PASI skorunun yüksek olduğu anlamına gelmektedir. Serum vitamin D düzeyi düşük olan hastalarla yapılan bir çalışmada, hastalara 6 ay boyunca yüksek doz D3 verilmiş, düşük doz kalsiyumlu diyet ve hidrasyon yani sıvı desteği önerilmiştir. 6 ay sonunda ise hastaların hepsinde PASI skorlarında anlamlı düşüş olduğu rapor edilmiştir. Ancak vitamin D eksikliği hastalığın şiddeti ile ilişkili görülse de, oral vitamin D takviyesinin hastalarda etkili olmadığı görülmemektedir.
- ANTİOKSİDANLAR
Hastalık durumlarında hücrelerde oksidatif stres ve ardından reaktif oksijen türleri artmaktadır. Yetersiz antioksidan bileşiklerinin tüketimi ve gereksinimin artması hastalık şiddetinin artmasına neden olmaktadır. Demir, çinko ve bakır içeren metalloproteinler, lezyonlarda reaktif oksijen türlerinin zararlı etkilerini azaltmaktadır. Selenyum bağışıklık sistemini etkileyebilen esansiyel bir besindir ve sedef hastalarının serum selenyum seviyeleri düşük olabilmektedir. Selenyumun ultraviyole A ve B ışınlarından koruma ve antiinflamatuar etkisi de olduğu bilinmektedir. Derideki antioksidan bariyerin bozulması psoriatik plaklarda serbest oksijen radikallerinin artmasına neden olmaktadır. Eritrodermik ve artropatik sedef hastalar ile yapılan bir çalışmada hastalara selenyum, koenzim Q10 ve vitamin E takviyesi uygulanmış. Sonuçta antioksidan takviyesi uygulanmayan gruba göre lezyonlarda anlamlı bir iyileşme sağlanmıştır.
- KURKUMİN
Kurkumin zerdeçalın aktif bileşenidir. Kurkuminin sedef hastalığındaki proinflamatuar molekülleri (TNF ve IL) baskılayarak iltihaplanmayı azalttığı düşünülmektedir. Kurkumin ile yapılan bir çalışmada hastaların az bir kısmında etkili olduğu belirtilse de cevap alınan hastaların PASI değerlerindeki değişimin yüksek olduğu sonucuna varılmıştır.